TOPLUMSAL CİNSİYET VE SAĞLIK POLİTİKALARI

Introduction

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

İçindekiler………………………………………………………………….……………..1

Özet………………………………………………………………………..………………2

Giriş.………………………………………………………………………………………….3

1 Yetişkin ve Türkiye’de  Yetişkin Eğitimi …………………………………………………3

2 Yetişkin Eğitiminde Güdülenme ve Yetişkini Güdüleme…………………………………8

3 Yetişkini Öğrenmeye Güdüleyen Faktörler ……………………………………………….9

4 Yetişkin Eğitiminde Kullanılan Bazı Güdülenme Kuramları………………………………9

5 Yetişkin Eğitiminde Kullanılan Bazı Güdülenme Tipleri…………………………………10

6 Halk Eğitim Merkezlerinin Amacı .………………………………………………………..11

7  Geçmişten Günümüze Halk Eğitim……….……….………………………………………15

8  Kalkınma Planlarında Halk Eğitim Merkezleri..………………………………..…………19

9 Halk Eğitim Merkezleriyle İlgili Yasal Düzenlemeler ve Mevzuat Tarihçesi……………..21

10 Halk Eğitim Merkezlerinin Hedef Kitlesi…………………...……………………………22

11 Halk Eğitim Merkezlerinde Zaman Çizelgesi ……………………………………………24

12 Halk Eğitim Merkezlerinde Düzenlenen Kurslar ………………………………………..24

13 Halk Eğitim Merkezlerince   Düzenlenen Etkinlikler ve  Açılan Kulüpler………………25

14 M. Kemal Atatürk’ün Halk Eğitimle ilgili Konuşmalarından Satırbaşları ve Ünlü Düşünürlerin Vecizeleri………………………………………………………………………27

Sonuç  ve Öneriler          …………..…………………………….…………………………...28

Kaynakça……………………………………………………………………………………..29

 

                                

 

ÖZET

 

Dünya Sağlık örgütü (DSÖ) anayasasında “Sağlık yalnızca hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönde tam bir iyilik halidir” diye tanımlanmıştır. Yani, kişi yalnızca biyolojik olarak sağlam olduğunda değil, psikolojik olarak da mutlu, huzurlu ve toplum içinde saygın bir konumda olduğunda sağlıklı kabul edilmelidir. Bu anlayışa sahip olduğumuz oranda sağlıklı bir toplumun oluşması yönünde emin adımlarla ilerler ve güçlü yarınlara ulaşabiliriz. İster kadın ister erkek olsun sağlıklı fertlerin olmadığı bir toplumda her anlamda ilerlemeden bahsetmek mümkün değildir. Derleme olarak ele alınan bu çalışmada sağlık politikalarının önemi üzeride durulacak ve özellikle de “Toplumsal Cinsiyet Acısından Sağlık Politikalarına” değinilecektir. Aynı zamanda kadınların sağlık hizmetlerine ulaşmada karşılaştıkları güçlüklere de bu çalışmamızda yer verilecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GİRİŞ

Kişilerin ve toplumların sağlıklarını korumak, hastalandıklarında tedavilerini yapmak, tam olarak iyileşmeyip sakat kalanların başkalarına bağımlı olmadan yaşayabilmelerini sağlamak ve toplumun sağlık düzeyini yükseltmek amacıyla yapılan planlı çalışmaların tümüne de “sağlık hizmetleri” denmektedir. 1978, Alma-Ata Bildirisi’ne göre sağlık hizmetleri doğuştan kazanılmış bir insan hakkı olarak toplumdaki herkese sosyal adalet anlayışı içinde, eşit olarak götürülmelidir (Öztek, 2004:55, 56, 63).

Genelde sağlık hizmeti politikaları ve programları, tanı, tedavi ve korunma açısından kadın ve erkeklerin biyolojik yapısına odaklanmıştır. Biyolojik açıdan kadın ve erkeği ayıran üreme sistemleri arasındaki farklılıktır. Kadınların üreme kapasiteleri doğurganlığının kontrolü, gebelik ve doğum ile ilgili “özel gereksinim”lerinin olmasına neden olmaktadır. Üreme sistemleri dışında genetik, hormonal ve metabolik değişiklikler de kadın ve erkeklerde kalp hastalıkları, enfeksiyonlar ve bir çok oto-immün sistem sorunlarının görülme sıklığında farklılıklara neden olmaktadır.

Biyolojik cinsiyet farklılıkları kadınların ve erkeklerin sağlık hizmeti gereksinimlerini de etkilemektedir. Ancak, kadın ve erkeği tanımlamada önemli olan diğer bir faktör de değişik kültürlerde kadın ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade eden toplumsal cinsiyetidir. Yaşam ve çalışma koşulları, kaynaklara ulaşım arasındaki farklılıklar da kadın ve erkeklerde farklı sağlık sorunlarının gelişmesine neden olduğu gibi bazı hastalıklardan da korunmasına neden olabilmektedir. Toplumsal cinsiyet farklılıkları, kadın ve erkeklerin sağlık hizmetlerini kullanımlarını da etkilemektedir (Gender and Health,1998).

Son yıllarda, iyilik hali ve hastalığı tanımlayıcı faktörler olarak biyolojik ve toplumsal cinsiyet farklılıkları vurgulanmaktadır. Ulusal ve uluslararası sağlık politikalarının gündeminde toplumsal cinsiyet kavramına artarak ilgi gösterilmektedir. Bu yeni yaklaşımın iki önemli gerekçesi vardır. Birincisi, hakkaniyet ilkeleri gereği kadınların ve erkeklerin sağlıklı yaşam sürdürebilmeleri için sağlık hizmetlerine ulaşım açısından eşit fırsatların tanınmasının gerekliliğidir. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Eliminasyonu Sözleşmesi (CEDAW) madde 12, paragraf 1’de ülkelerin bu hususta gereğini yerine getirmelerinin vurgulamaktadır. İkincisi de, kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklar ciddiye alınmadan sağlık hizmetlerinin verimliliğinin ve etkililiğinin arttırılamayacağıdır. Her iki gerekçe uluslararası sağlık alanında gitgide daha çok kabul görmektedir. 1995, Pekin Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda toplumsal cinsiyet bakış açısının önemi açık bir şekilde ifade edilmiştir .

 

  1. BİYOLOJİK CİNSİYET, TOPLUMSAL CİNSİYET ve SAĞLIK

Sağlık hizmetlerinde toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımın uygulanabilmesi için kadın ve erkeklerde görülen sağlık sorunları ve sağlık hizmeti gereksinimleri arasında ne tür farklılıkların bulunduğu ve bunların sağlık hizmetlerinin sunumunda nasıl karşılanabileceğinin belirlenmesi gerekmektedir (Doyal, Payne and Cameron,2003).

 

Kadın ve erkeklerdeki hastalık ve ölüm örüntüleri belirgin farklılıklar göstermektedir. Pek çok toplumda, özellikle az gelişmiş ülkelerde kadınlar erkeklere göre daha fazla hastalık ve sakatlık yaşamaktadırlar. Özellikle gelişmiş ülkelerde olmak üzere dünyada bir çok ülkede kadınların yaşam beklentisi erkeklere göre daha yüksektir. Bu da kadınlarda morbidite oranlarının yüksek olmasının bir nedenidir. Kadınlar hemen hemen bütün ülkelerde yaşlı nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır. Türkiye’de de, kadınların beklenen yaşam süresi erkeklerden daha uzundur.

  1. BİYOLOJİK CİNSİYETİN SAĞLIK VE HASTALIK ÜZERİNE ETKİLERİ

Yaşam süreci boyunca hem kadın hem de erkekler cinsiyete özel hastalıklar açısından risk taşmaktadırlar. Örneğin; yalnızca kadınlar serviks ve meme kanseri için taramaya ihtiyaç duyarlar. Oysa prostat ve testis kanseri ise sadece erkeklerde gelişebilir. Ancak kadın ve erkeğin üreme ile ilgili hastalık yükleri incelendiğinde, kadınlar üreme sağlığı sorunlarını erkeklerden çok daha fazla yaşarlar ve bu duyarlılık üreme çağında (15-49 yaş) daha da artar.

Tablo 1: Kadın ve erkekte üreme sistemi hastalıklarına bağlı yük (yüzde)

KADIN %

ERKEK %

Anemi

2.5

1.5

CYBE

8.9

1.5

HIV

6.6

9.3

Serviks kanseri

0.6

-

Maternal

18.0

-

Toplam yük

36.6

12.3

 

 Görüldüğü gibi kadındaki Üreme Sağlığı (ÜS) yükü erkeğin 3 mislidir. Esasen ÜS ile ilgili her iki cinsiyetin yaşa göre ÜS – hizmet gereksinimi de farklılık göstermektedir: Kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyeti ve üremeye ilişkin fizyolojik fonksiyonlarının farklılığı ve getirdiği yüklerin yanı sıra, toplumun kendilerine biçtiği “toplumsal cinsiyet” rolünden kaynaklanan ve sağlıklarını etkileyen olumsuzluklar mevcuttur. Bu olumsuzlukların boyutu toplumdan topluma değişmekle birlikte özellikle gelişmekte olan ülkelerde “Kadın” cinsiyeti yönünden olumsuzlukların boyutu daha da büyüktür. Toplumun cinsiyeti nedeni ile “kadın cinsiyetine” biçtiği rol ve beklentileri sonuçta daha da önemli olarak, onun insan haklarından sayılan bazı haklarını elde edememesine, kullanamamasına yol açmaktadır. Bu durum ise toplumlarda kadın için adeta kısır bir döngü oluşturmaktadır (Akın, Demirel, 2003).

Ancak, kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıkların üreme sistemlerinin de ötesinde olduğu bilinmektedir. Bir çok hastalığın görülme sıklığı, bulguları, prognozu açısından da kadın ve erkekler arasında farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bu farklılık özellikle koroner arter hastalıklarında belirgindir. Erkekler kadınlara kıyasla daha genç yaşlarda kalp hastalıklarına yakalanmaktadırlar. Aynı şekilde bazı enfeksiyon hastalıklarının epidemiyolojisinde de örneğin tüberkülozda erkeklerin daha çok risk altında oldukları saptanmıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda kadınlar ve erkekler arasında daha önceden bilinmeyen genetik, hormonal ve metabolik farklılıkların buna neden olduklarını ortaya koymaktadır (A Guide to Creating Gender-Sensitive Health Services”, 2007)

Her iki cinsiyet arasındaki biyolojik farklılıklar ve hastalıklar ile ilgili bazı örnekler:

 Kalp hastalıkları, erkeklerde kadınlara kıyasla on yıl daha erken ortaya çıkmaktadır

 Bağışıklık sistemi, erkeklere kıyasla kadınların tüberküloz gibi enfeksiyonlara karşı daha dirençli olmalarını sağlamaktadır.

 Diyabet gibi oto-immün hastalıklar erkeklere kıyasla kadınlarda yaklaşık 2.7 kat daha fazla görülmektedir.

  Erkeklerden kadınlara HIV bulaşma riski iki kat daha fazladır.

Kaynak: Promoting gender equality in health Lesley Doyal, Sarah Payne and Ailsa Cameron School for Policy Studies University of Bristol, Equal Opportunities Commission 2003.

  1. TOPLUMSAL CİNSİYETİN SAĞLIK VE HASTALIK ÜZERİNE ETKİLERİ

Aynı toplumda yaşayan kadınlar ve erkeklerin yaşam ortamındaki benzerliklere rağmen toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle sağlık durumları farklı etkilenmektedir. Yaşam ve çalışma koşullarındaki toplumsal cinsiyet farklılıkları kadınlar ve erkeklerde değişik sağlık sorunlarının gelişmesine neden olmaktadır. Birçok araştırmada, kadınların ev içi sorumluluklarının fiziksel ve mental sağlıklarını olumsuz etkilediği ortaya konmuştur. Kadınlarda depresyon ve anksiyetenin yüksek düzeylerde görülmesinin, ağır ev işleri, kısıtlı zaman ve maddi kaynaklar içinde çocuklarının yetiştirilmesi ve diğer aile fertlerinin sorumluluklarının yükünden kaynaklandığı saptanmıştır. Özellikle yoksulluk içinde yaşayan kadınlar daha fazla etkilenmektedir (Doyal, Payne and Cameron, 2003).

İlk bakışta her toplumda erkekler daha avantajlı ve ayrıcalıklı konumda görülseler de ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olmaları kadınlara göre daha ağır işlerde çalışmalarına neden olmaktadır. Gelir getiren işlerde çalışan kadınlar ve erkeklerde, iş yeri koşulları ve yaptıkları işler arasındaki farklılıklardan dolayı da değişik sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Erkeklerde mesleki hastalıklara ve kazalara bağlı erken ölümler daha sık görülmektedir. Örneğin, daha çok erkekler maden işçisi olarak çalıştıklarından dolayı erkeklerde silikozis, tekstil sektöründe de daha çok kadınlar çalıştıklarından dolayı kadınlarda pamuk tozuna bağlı akciğer hastalıkları yaygındır .

Tüm toplumlarda, kasıtlı ve kasıtsız kazalar her yaş grubunda erkeklerde kadınlara kıyasla morbidite ve erken mortalite nedenleri arasında daha sık görülmektedir. Geleneksel toplumsal rolleri erkekleri “erkeksi” davranışlar sergilemeye teşvik etmektedir. Bu nedenle de, şiddet uygulamak, risk almak, alkol ve diğer madde kullanımı gibi davranışlar erkekler arasında daha yaygındır. Bu tür davranışlar sadece kendi sağlıklarını değil aynı zamanda kadınlara uyguladıkları ev içi şiddet sonucu kadın sağlığını da olumsuz etkilemektedir. Özellikle fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalmak kadınlarda yaşam boyu psikolojik ve travmatik sorunlara neden olabilmektedir. Yapılan araştırmalara göre, kadınlar genellikle biyolojik cinsiyetinden dolayı erkeklere kıyasla daha uzun süre yaşasalar da sağlık ve hastalık açısından daha çok dezavantajlı durumdadırlar  (A Guide to Creating Gender-Sensitive Health Services”, 2007).

Toplumsal cinsiyet ve hastalıklar arasındaki farklılıklar ile ilgili bazı örnekler:

 Kadınlara kıyasla erkekler arasında intihar girişimleri daha fazla görülmektedir.

 Erkeklere kıyasla kadınlar 2-3 kat daha fazla depresyon ve anksiyeteden etkilenmektedir.  Erkekler sigara içmeyle birlikte mesleki karsinojenlere de daha fazla maruz kaldıklarından dolayı akciğer kanserinden ölme riskleri de artmaktadır.

 Kadınlara kıyasla erkekler daha çok trafik kazaları (alkol bağlantılı) ve iş kazaları sonucu yaşamını yitirirken kadınlar daha çok ev içi kazalar nedeniyle ölmektedir.

Kaynak: Doyal, L., Payne, S., and Cameron, A., “Promoting gender equality in health”, School for Policy Studies University of Bristol, Equal Opportunities Commission 2003.

  1. SAĞLIK HİZMETLERİNDE TOPLUMSAL CİNSİYET TEMELLİ YAKLAŞIM

Cinsiyet duyarlı olmayan geleneksel sağlık politikaları kadınlar ve erkeklerin eşit veya benzer biçimde hastalıklara yakalandıklarını farz etmektedirler. Toplumsal ve biyolojik farklılıklarından dolayı kadınlar ve erkeklerin değişik sağlık sorunları ile karşı karşıya kaldıklarını, sağlık hizmeti gereksinimlerinin ve hizmet arayışı davranışlarının farklı olduğunu dikkate almamaktadırlar. Eşitlik, kadınlara ve erkeklere aynı sağlık hizmetlerinin sunulmasından ziyade sunulan hizmetin biyolojik ve toplumsal cinsiyet gereksinimlerine ve hakkaniyet ilkelerine uygun olmasını ifade etmektedir (Doyal, 2001).

Geleneksel olarak kadın sağlığı hizmetleri özellikle kadınların üreme çağlarında özellikle kontrasepsiyon ve doğuma (güvenli) odaklanmıştır. Bu ana-çocuk sağlığı problemlerinin yoğun olduğu, ölüm oranlarının yüksek olduğu bölgelere uygun bir mantıktır. Ancak milyonlarca genç kadının ve postmenopozal dönemdeki kadınların sağlık ihtiyaçlarının gözardı edildiği anlamına da gelmektedir. Ayrıca üreme çağındaki kadınlar üreme problemleri için kolay kolay sağlık bakımından faydalanamamaktadırlar.

Biyolojik açıdan, genetik, hormonal ve metabolik değişiklikler de kadın ve erkeklerde kalp hastalıkları, enfeksiyonlar ve bir çok oto-immün sistem sorunlarının görülme sıklığında farklılıklara neden olmaktadır. Sağlık hizmetlerinin sunumunda kadınlar ve erkekler arasında bir çok hastalığın görülme ve mortalite sıklığı dikkate alınmamaktadır. Bundan dolayı, geç tanı konmakta ve tedavi gecikmektedir. Örneğin, kolorektal kanser her iki cinsiyette de aynı sıklıkta görülmesine rağmen erkeklerde daha fazla risk oluşturmaktadır. Hastalığın etyolojisinde hem biyolojik hem de toplumsal cinsiyet farklılığı önemli rol oynamakla birlikte tanı amaçlı girişimlerin erkeklerde atlanması sonucu kadınlara kıyasla erkeklerde kolorektal kanser ölümleri daha sık görülmektedir (Payne www.emhdf.org.,).

  1. SAĞLIK HİZMETLERİNE ULAŞIMDA TOPLUMSAL CİNSİYET FARKLILIKLARI

Sağlığın temel belirleyicisi olarak toplumsal cinsiyet, kadınların ve erkeklerin sağlık hizmetlerini kullanımını da farklı etkilemektedir. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en çarpıcı olumsuz etkisi kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanmasında ortaya çıkmaktadır. Özellikle kadınlar sağlık hizmetlerine ulaşımda büyük sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Diğer taraftan erkekler genellikle hasta olduklarını kabullenmekte zorlandıklarından sağlık hizmeti almaktan çekinmektedirler ya da sağlık kuruluşuna gitmekte gecikmektedirler (Doyal, Payne and Cameron, 2003).

Dünyanın değişik yerlerinde durum farklı olmasına rağmen sağlık hizmetine ulaşımda cinsiyet farklılığının olduğuna dair önemli kanıtlar vardır. Gelişmiş ülkelerde yapılan bir çok araştırmada kadınların sağlık hizmetlerini erkeklere göre daha çok kullandıkları saptanmıştır. Ancak özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmiş ülkelerin yoksul bölgelerinde yaşayan kadınlar sağlık hizmetlerine ulaşamamaktadırlar. Parayı genellikle erkekler kontrol eder. Bu sağlık hizmetine ulaşmada ve harcama yapmada kadınları engeller. Parasal zorlukların yanında gelenek ve kültürel değerler de kadınların sağlık hizmetlerini kullanımını olumsuz etkilemektedir. Örneğin; kadının yalnız dışarı çıkmasının engellenmesi ve kadın sağlık çalışanların olmadığı durumlarda da erkeklerin tedavi yapmasının kadın ve ailesi için bir şerefsizlik olarak algılanabileceği için kadın bakım almaktan kaçabilir(Doyal, Payne and Cameron, 2003).

Kuşkusuz sağlık hizmetlerinin kullanımı azaldıkça kadın sağlığının morbidite ve mortalite yönünde ne ölçüde olumsuz etkileneceği de ortadadır. Özetle, kadın cinsiyetinin "toplumsal cinsiyet" bağlamında yaşadığı eşitsizlikler, ayrımcı uygulamalar onun yaşama hakkını bile kullanamaması ortamını hazırlamaktadır. Sağlık hizmeti verenlerin ve toplumun bizzat kendisinin, politika, strateji ve uygulamalara "toplumsal cinsiyet eşitliği" perspektifinden bakabilmesi gerekmektedir. Çoğu kez bu bakış açısının gelişmemiş olması toplumsal olaylarda tanıyı ve korunma önlemlerini, çözümleri geciktirmektedir (Akın, Demirel, 2003)

  1. ÜREME SAĞLIĞI İLE İLGİLİ EŞİTSİZLİKLERİ HAZIRLAYICI FAKTÖRLER VE TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL CİNSİYET ACISINDAN SAĞLIK POLİTİKALARI

 

Üreme Sağlığı ile ilgili ortaya çıkabilecek eşitsizliklerin hazırlayıcı faktörleri; biyolojik, fizyolojik, politik, sağlık politikaları, sağlık sistemi, sağlık hizmetlerinin kullanımı, ekonomik, sosyo-kültürel olarak kısaca özetlenebilir. Bu yazı kapsamında özellikle ÜS ile ilgili ciddi etkileri olan hususlara değinilecektir.

Üreme Sağlığındaki eşitsizliklerin hazırlayıcı faktörlerinin başında, politik nedenler altında değerlendirebileceğimiz küreselleşme gelir. Küreselleşme;“Bilginin, malların, sermayenin ve insanların hiçbir politik ve ekonomik sınır tanımaksızın dolaşması, yayılması” anlamına gelmektedir. Küreselleşmede, sermayenin UA platforma akışkanlığının sağlanması,“kamu yararı” ilkesinin ortadan kaldırılması, özelleştirme uygulamaları ile gerek sanayileşmiş ülkelerde, gerekse AGÜ’de sosyal devletin hedef seçilmesine bağlı olarak kamu ekonomisinin tasfiye edilmesidir.

Yani, kamu ekonomisinin UA platformda özelleştirmeye, ticarileştirmeye, yeniden şekillenmeye ve serbestleşmeye açılması söz konusudur. Ülke ekonomilerini koruyan engellerin kalkması, daha çok ekonomileri güçlü olan ülkelere yaramaktadır, çünkü gelişmekte olan/az gelişmiş ülkelerin gücü bu süreçte/rekabette öne çıkmaya, baskın olmaya yetmemektedir. Küreselleşmenin çeşitli alanlarda olduğu gibi, sağlıkta da etkileri olmaktadır. Olumsuzlukları daha fazla olan bu etkiler DSÖ başta olmak üzere çeşitli kesimler tarafından da vurgulanmaktadır. Küreselleşmenin sağlığa yansıması, bireysel ve toplumsal sağlık ölçütlerinde derin eşitsizliklerin ortaya çıkması ve bunun daha da kötüleşmesi şeklinde olmaktadır.

 

Küreselleşmeden her ülke aynı ölçüde etkilenmemektedir; ülkenin gelişmişlik düzeyi, gelir dağılımındaki uçurumlar, kaynak yaratma olanaklarının kısıtlı olması gibi faktörler küreselleşme sürecinden etkilenmede önemli faktörlerdir. Sağlıkta eşitsizlikler açısından dezavantajlı gruplar vardır. Bunlar işsizler, göçmenler, kadınlar, etnik azınlıklardır. Sağlıkta eşitsizlikleri doğuran koşulların başında ise yoksulluk, sömürü ve savaşlar gelmektedir. Demokratikleşme kadını güçlendirmekte, savaşlardan ise en çok kadınlar ve çozuklar etkilenmektedir. Dünyadaki 18 milyon sığınmacının %75’i kadındır. Küreselleşmenin öngördüğü sağlık sektörü reformunda sağlık alanı kar amaçlı kılınmakta, ticarileşmekte, dolayısı ile toplumun güvenlik şemsiyesi daralmaktadır. Devletin sağlık hizmetindeki rolünün azalması, koruyucu hizmetlerin sahipsiz kalması, özel sektöre bırakılan tedavi hizmetlerinin bedelinin artması sonucu en çok yoksul kesim, kadınlar ve çocuklar etkilenecektir, zarar görecektir.

 

Yapılan çalışmalar göstermektedir ki global hastalık yükü kadınlarda erkeklere oranla fazladır. Küreselleşme kadın için iş imkanı yaratmakla birlikte sağlığı için de riskler yaratmaktadır. Küreselleşme, kadının paralı iş bulma imkanlarını arttırmış, ancak uygulamalarda kadının statüsü ile ilgili önündeki engelleri kaldıramamış, ayrımcılığı önleyememiştir (aynı işe düşük ücret ödenmesi, emeğin ucuza mal edilmesi gibi). Rekabet, olumsuz, zayıf konumda olan kadınları etkilemiş, ekonomik büyüme durduğunda veya küreselleşme sürecinde yaşanan ekonomik kriz dönemlerinde yine ilk ve en olumsuz etkilenen kadınlar olmuştur. Bu süreçte sağlık ve sağlık hizmetleri önceliğini yitirmekte, küreselleşme sonucunda artan göçle birlikte kadın ticareti yaygınlaşmakta, kadınlar böylece daha sık şiddete uğramaktadır. İnternet ortamında iletişim kurma kolaylıkları da siber alanın cinsel istismar alanı olarak kullanılmasını beraberinde getirmektedir. Yine ulaşımın da kolaylaşmasının etkisiyle turizm artmakta bu da cinsel yolla bulaşan hastalıkların daha sık görülmesine neden olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre güvenli olmayan seks sağlık için ikinci en önemli risktir ve kadınlar bu koşullarda en çok risk altında kalan kesimdir. Kadın sağlığına nüfus ve göç çerçevesinden baktığımızda; her yıl 700 milyon insan uluslararası göç etmektedir ve göçmenlerin %50’si kadındır. Yoksulluğun feminizasyonunun yanında göçün de feminizasyonu sözkonusudur. Göç olgusu kadın ve çocuklara, cinsel taciz-tecavüz, insan ticareti, toplumsal cinsiyet temelli şiddet, cinsel yolla bulaşan enfeksiyon olgularında artış, hizmetlerden yararlanamama gibi ek riskler yüklemektedir.

Türkiye’nin nüfus politikaları, ülkenin, toplumun ihtiyaçlarına göre yapılandırılmış ve uygulanmıştır. İzlenen bu politikalarla sağlık alanında yıllar içinde, tam olarak yeterli olmasa da olumlu gelişmeler meydana gelmiştir.

1950’lilerde nüfus artış hızlarının çok yüksek düzeylere ulaşması, istenmeyen gebeliklerin artmasına, artan sayıda yasal olmayan yollarla yapılan gebelik sonlandırmalarının, yasa dışı düşüklerin anne ölümlerine yol açmasına neden olmuş, sonuçta nüfus konusu politik gündem içinde yer alarak antinatalist politikanın yaşama geçirilmesinde etkili olmuştur. Türkiye Aile Planlaması Derneği, Devlet Planlama Teşkilatı ve dönemin Sağlık Bakanlığı müsteşarı Prof.Dr. Nusret Fişek öncülüğünde ilk “Nüfus Planlaması Hakkında 557 sayılı Kanun” 1965 yılında kabul edilmiştir. Sözkonusu yasa ile ülkede, özellikle kadın sağlığı yönünden son derece olumlu gelişmeler yaşanmış, yüksek riskli gebeliklerin görülme sıklığı azalmıştır. Ancak, bu yasada isteyerek düşüğe sadece tıbbi nedenlerle izin verildiğinden, “düşüğün yasa ile yasaklanması onun yasa dışı sağlıksız koşullarda yapılmasını engelleyememiş ve düşüğe bağlı anne ölümleri devam etmiştir”. Yine bu dönemde toplum aile planlamasına motive olduğu halde hizmete ulaşmadaki sorunlar nedeni ile kontraseptif kullanımı istenen düzeyde artamamış, artış daha çok geleneksel yöntemlerde olmuştur. Dolayısıyla, 1983 yılında daha geniş kapsamlı ve yeni bir “ Nüfus Planlaması Kanunu” çıkarılmıştır. Türkiye’de Aile Planlaması ile ilgili kabul edilen 2827 sayılı bu yeni yasa; Rahim içi araç uygulaması gibi etkili aile planlaması yöntemlerinin uygulanmasında eğitim sonu sertifikalandırılmış ebe ve hemşirelerden de yaralanılmasını, aile planlaması yöntemi olarak kadında ve erkekte istek üzerine cerrahi sterilizasyon uygulanmasını, gebeliklerin 10 haftaya kadar istek üzerine sonlandırılmasını, erken dönemde gebeliğin sonlandırılmasında uzman hekim desteğinde eğitim sonu sertifikalandırılmış pratisyen hekimlerden de yararlanılmasını ve aile planlaması hizmetleri için sektörler arası işbirliğinin arttırılmasını içermektedir.. Bu yasa, 1961 yılında kabul edilen ve sağlıktaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefleyen 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” hakkındaki kanundan sonra ülkemizde üreme sağlığı konusunda yeni bir dönemi başlatmıştır.

Üreme Sağlığı ile ilgili eşitsizliklerde bir diğer faktör ekonomidir. Ekonomik iyileşme etkisini eğitim ve sağlıkta da göstermektedir. Düşük ekonomik koşullardan öncelikle gebeler ve çocuklar etkilenmektedir. Dünyada bugün bir milyarın üzerinde insan yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü yeterli gıda üretiminin olduğunu bildirmektedir. Ancak bunun dağılımının eşit olmamasından yine ilk olarak kadın ve çocuklar etkilenmektedir.

Üreme sağlığındaki eşitsizlikleri yaş, cinsiyet, parite gibi fizyolojik etkenler de tetiklemektedir.

İnsan sağlığının ya da hastalık durumunun belirlenmesinde biyolojik ve sosyal ilişkilerin kompleks ilişkisi etkili olmaktadır. Kadın ve erkeklerdeki sağlık ve hastalık örüntüleri belirgin farklılıklar gösterir. Kadınların beklenen yaşam umudu daha fazladır. Ancak pek çok toplumda, kadınların erkeklere göre daha fazla hastalık ve stres yaşadıkları bildirilmektedir. Kadınlar çoğunlukla daha sağlıksız koşullarda yaşarlar ve bazı hastalıklara karşı daha duyarlıdırlar.

Kadınlar erkeklerden daha uzun yaşadıkça, bu daha uzun yaşamın niteliği önem kazanmaktadır. Yaşam beklentisiyle ilgili kadınların avantajının bir kısmı biyolojik kökenlidir. Daha zayıf cinsiyet olarak değerlendirilen kadınların aslında bütün yaşlarda erkeklerden biyolojik olarak daha güçlü olduğu görülür. Tüm toplumlarda, erkek fetüs daha fazla spontan düşük ve ölü doğumla karşılaşır. Bu mortalite modeli yaşamın ilk 6 ayında da belirgin şekilde devam eder. Kız bebeklerin daha güçlü olmalarının nedenlerinin belirlenebilmesi için ileri düzeyde araştırmaların yapılması gerekmektedir. Ancak bunun kromozomal yapıda değişikliklerden ve erkeklerin akciğerlerinin testosteronun etkisiyle daha geç olgunlaşmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Erişkin dönemde ise yine kadınlar menopoz dönemine kadar biyolojik bir avantaja sahiptir. Çünkü cinsiyet hormonları onları iskemik kalp hastalıklarından korumaktadır. Yine belirli patojenlere karşı duyarlılığı ve bağışıklığın gelişmesinde cinsiyet ile ilgili farklılıklar da yeni yeni açıklanmaya başlanmıştır. Örneğin; osteoporoz, diyabet, hipertansiyon, artrit ve çoğu immün bozuklukları kadınların erkeklerden daha fazla yaşaması olasıdır. Ancak doğuştan var olan biyolojik yapı kadınlara yaşam beklentisiyle ilgili erkeklerden daha fazla bir avantaj sağlamaktadır. Yaşam beklentisiyle ilgili kadınların avantajı ilk olarak Avrupa’da 19.yüzyılın sonlarında belirgin olarak görülmeye başlanmıştır ve o zamandan beri de bu fark artmaya başlamıştır. Avrupa–Latin Amerika–Karayipler’de kadın ve erkek arasındaki yaşam beklentisindeki fark 5 yıl, Sahraaltı Afrika’da 3 yıl, Güneydoğu Asya’da 4 yıl olup, Güney Asya’da (Hindistan–Pakistan) erkek ve kadın arasındaki yaşam beklentisi farkı kaybolmuş olup birbirine eşittir.    

          Kadınların yaşam sürelerinin erkeklerden uzun olması, giderek yaşlı grubu kadınların oluşturmasını beraberinde getirmiştir. Bu da yaşlanan kadınların hem cinsiyetleri hem de yaşları dolayısı ile iki çeşit ayrımcılığa maruz kalmalarına neden olmaktadır.

Üremeye ilişkin hastalıkların sonuçları iki cinsiyet arasında oldukça eşitsiz olarak dağılmaktadır. Gebelik ve doğuma bağlı sağlık sorunlarını sadece kadınlar yaşamaktadır. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların çoğu kadınlarda daha ciddi sekellere yol açmaktadır. Örneğin, infertilite her iki cinsiyet için de sorun olmasına rağmen, pek çok toplumda sosyal ve psikolojik sonuçlarını kadınlar yüklenmektedir.

Yine sosyal-kültürel etkenler (düşük toplumsal statü ve bunu belirleyen en önemli faktör olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi) üreme sağlığı eşitsizliklerinde etkili olan faktörlerdendir. Araştırmalar göstermektedir ki, kadınlar maruz kaldıkları toplumsal cinsiyet ayrımcılığı sonucu düşük toplumsal statüde olmakta, bu da en fazla doğurganlık davranışını etkilemektedir.

Tablo 1: Kadının statüsüne göre Toplam Doğurganlık Hızı'nın dağılımı

Kadının Satüsü

Bu gruptaki nüfus oranı (%)

Toplam Doğurganlık Hızı

Çok çok düşük

10.6

5.9

Çok düşük

21.8

4.0

Düşük

28.4

3.9

Orta

9.7

2.9

İyi

15.3

2.1

Çok iyi

6.3

1.9

Bilgi yok

8.9

-

 

 

 

 

Bireyin bir enfeksiyona yakalanması kadar, onun sağlık hizmetlerinden yararlanmasını etkileyen eğitim düzeyi veya sosyal bazı imkanların kullanılmasında etkili olan “toplumsal cinsiyet ayrımcılığı da “sağlık” kavramı ve tanımı içerisinde incelenmesi gereken konulardır. Toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili kalıplar, hem kadınların hem de erkeklerin yaşamını şekillendirir ve sonuçta bu çeşitlilik sadece farklılıktan daha fazla anlam taşır. Öyle ki; kadın kategorisinde olmak, erkek kategorisinde olmaya göre kadınların kaynaklara daha az ulaşmasını ve elde etmesi sonucunu hazırlar. Bu eşitsizlik en belirgin olarak gelir ve servet dağılımında kendini gösterir. Bugün dünyadaki yoksulların % 70’ini kadınlar oluşturmaktadır.   

  “Yoksulluğun feminizasyonu” olarak tanımlanan bu durum, hem zengin hem de yoksul ülkelerde mevcuttur ve çalışma yaşamında kadınların eşit olmayan durumunu ve ev içindeki düşük statülerini yansıtan bir göstergedir. Bir çok kadın çalışma imkanı bulamazken, çalışan kadınlar ise ancak erkek kazancının ortalama 3/4’ü kadar ücret kazanmaktadırlar.

Bu tür ayrımcılığın yanı sıra toplumsal cinsiyetle çok yakından ilgili olarak kadının yaşamına, “kadın olmaya” kültürel yönden daha az değer verilmesi söz konusudur ki bu da, kadının sağlığını olumsuz etkiler. Örneğin; evde yapılan iş ücretli olarak yapılan işten daha az değerli sayılır.

Aileler ve toplum tarafından kadın ve kız çocuklarına verilen düşük değer, dünya istatistiklerinde “okur–yazarlık durumunda” belirgin olarak kendini göstermektedir. Geçen yirmi yılda önemli atılımlar yapılmasına rağmen, dünyada hala ilkokula başlamayan 130 milyon çocuğun çoğunluğunu (2/3'ünü) kızlar oluşturmaktadır. Ayrıca hala 1 erkeğe karşı 2 kadın okuma–yazma bilmemektedir. Yine kadınlar kullanılan oyların yarısına sahip oldukları halde, tüm dünyada parlamentoda % 14.2, kabinede bakan olarak sadece % 6 koltuğa sahiptirler.

Yine cinsiyet ayrımcılığı dolayısı ile ayrımcı beslenme biçimi sonucu protein/enerji malnutrisyonu, anemi ve diğer mikronutrient yetersizlikleri kız çocuklarda daha fazla görülür. Yetersiz/dengesiz beslenme, antioksidanların az alınması ileride kardiyovasküler sorunlara ve kansere yol açar. Adolesan kızların az kalsiyum alması ileride osteoporoza yol açar. Gelişmekte olan ülkelerde kız çocuklarının daha fazla ev içerisinde tutulması, az güneş almalarına, bu da D vitamini eksikliklerine neden olur ki bu etken kemik deformitelerinin önemli bir nedenidir. İyot yetersizliği, ki gelişmekte olan ülkelerdeki kızların yaklaşık %25’inde iyot yetersizliği vardır, mental retardasyonla sonuçlanır. Tüm bunlar göz önüne alındığında gebelik döneminde kadınların beslenmesine özel bir önem verilmesi gerekmektedir ve Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin maddeleri kesin bir biçimde uygulanmalı, yaşama geçirilmelidir.

Bu örnekler iki cinsiyet arasındaki karmaşık ilişkiyi ve çok güçlü eşitsizlik modelinin varlığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle “otorite ve güç”ün anlaşılmasında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin görülmesi/fark edilmesi ve eşitsizliğin çözümü için stratejilerin aranması ve uygulanması gerekmektedir.

Hizmet biçimi (altyapı, hizmetin varlığı, ulaşılabilirliği, kabul edilebilirliği (niteliği)) ve hizmetin kullanımı üreme sağlığındaki eşitsizliklerin belirleyicilerindendir.

Dünyanın değişik yerlerinde durum farklı olmasına rağmen sağlık hizmeti elde etmede cinsiyet farklılığının olduğuna dair önemli kanıtlar vardır. Sağlık bakımına girişte global bir bakış açısından en acil ele alınması gereken konu yeterince parası olmayanların tıbbi yardım almadığıdır. Örneğin; ABD gibi zengin ülkelerde bile fakir kadınlar aynı sosyal gruptaki erkeklerden daha az sağlık bakımına ulaşmaktadırlar. Sağlık bakımında kişi başına düşen harcama Yılda UK'da 1039 $ iken Bangladeş'te 7$ dır. Bu durum her iki cinsiyeti de olumsuz olarak etkilemektedir. Ancak yinede aynı yoksulluk seviyesinde olan kişiler arasında bile kadınlar sağlık bakımından daha az faydalanmaktadırlar.

Dünyanın belirli bölgelerinde kadın ve kızlar için aile üyelerinin daha az sağlık harcaması yaptığı bilinen bir gerçektir. Bu sonuçta onların hem düşük sosyal statülerini hem de karar verme güçlerinin yetersizliğini yansıtır. Parayı genellikle erkekler kontrol eder. Bu sağlık bakımına ulaşmada ve harcama yapmada kadınları engeller. Sağlık bakımına ulaşmada finansal zorlukların yanında gelenek ve kültürel değerlerin de etkisi vardır. Örneğin; kadının yalnız dışarı çıkmasının engellenmesi ve erkek hekim muayenesinin kabul edilmediği durumlarda kadın sağlık hizmetine ulaşamaz. Bu ekonomik, sosyal ve kültürel engellerin yanı sıra kadınların kendilerinin duygusal ve kognitif kapasiteleri de onların sağlık bakımına ulaşmasını engeller. Bir çok kültürde kadınlar acı çekmenin bir kader olduğuna inanmışlardır. Örneğin; baş ağrısı ya da vajinal akıntı gibi problemlerin normal olduğunu düşünmektedirler. Düşük özgüven kadınların talep etme yeteneklerini kısıtlar ve bu eğer toplumun uygun görmediği bir problemse mahcubiyet ile pekiştirilebilir. Eğitim eksikliği özgüveni olumsuz olarak etkilediği gibi aynı zamanda kadının kendisine olan saygısını da azaltarak kadının kendi vücudunu tanıyarak sağlık bakımı ihtiyaçlarını doğru bir şekilde saptamasını engeller.

Mevcut hizmetler ve hizmete ulaşılabilirlik konusunda değinilmesi gereken diğer bir konu doğum öncesi bakım konusudur. 2003 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçları, Türkiye’de bütün gebelerin % 82’sinin gebeliği süresince en az bir ya da daha fazla DÖB aldığını göstermektedir. Bütün doğumların %.83’ünün sağlık personeli yardımı ile yapılmaktadır. Diğer bir ifade ile Türkiye’de her 5 gebeden biri DÖB alamamakta, her 6 doğumdan biri sağlık personeli olmadan doğum yapmaktadır (Akın, 1994:15, 19).

 

Doğum Öncesi Bakım Alma, Türkiye (1998-2003) %67.5/ 81.4

Ege ve Marmara Bölgeleri: 85.5/91.5

Karadeniz Bölgesi: 66.7/85.2

İç anadolu Bölgesi: 72.2/85.4

Akdeniz Bölgesi: 73.3/83.4

Doğuve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri: 38.3/61.2

Türkiye’de Doğum Öncesi Bakım alma yıllara göre giderek artmıştır ancak, 1993 ve 1998 yıllarında yapılan TNSA’ların benzer kıyaslamasında dikkat çeken husus, bu göstergelerde bölgeler arası farklılıkların ve eğitimli ve eğitimsiz gruplar arasındaki farkın belirgin olarak devam etmesidir (Harita 1). Benzer durum doğum hizmetleri ve aile planlaması hizmetleri için de sözkonusudur.

Üreme sağlığı ile ilgili hizmetlere ulaşmadaki sorunların en önemli olumsuz sonucu “anne ölümleri”dir. 1997-1998 yılları arasında, Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın, DSÖ, UNFPA ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD işbirliği ile seçilmiş 53 ilin doğum yapılan bütün hastanelerinde “Anne Ölüm Nedenleri Araştırması” yapılmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre; anne ölümlerinin kadın ölümleri içindeki payı %5.1 olarak bulunmuştur. Bu oranın gelişmiş ülkelerde %1’den daha az olduğu düşünüldüğünde, ülkemizdeki anne ölümlerinin yüksekliği kolayca görülebilir. Araştırmada her 5 anne ölümünden 4’ünün önlenebilir nedenlere bağlı meydana geldiği saptanmıştır (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, 2003, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı AÇS AP Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı ve Avrupa Birliği, Ankara , 2004).

Yine bu araştırma sonuçlarına göre, anne ölümlerinin %58’i mevcut koşullarda, %23’ü ise daha ileri koşullarda önlenebilir olarak değerlendirilmiştir. Aynı araştırmanın bir diğer önemli sonucu; anne ölümlerinin %25’inin temelinde, aile planlaması hizmetleri ile önlenebilecek riskli gebeliklerin yer aldığı, %18’inde ise Temel Sağlık Hizmetlerinin ülke gerçeklerine göre düzenlenmesi ile kolayca önlenebilecek hizmet eksikliğinin neden olduğudur. Tüm bu bulgular, hizmete ulaşmanın önemine işaret etmektedir. Araştırmanın bulguları gelişmiş ülkelerde elde edilen bulgularla karşılaştırıldığında üreme sağlığındaki eşitsizlik çok net bir biçimde ortaya çıkmaktadır  (Akın, , Doğan, Mıhçıokur, 2000).  

Üreme sağlığı konusunda bazı kesimlerin öncelikli olduğu ve bu kesimlere özenle yaklaşılması gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Örneğin, üreme sağlığı ve cinsel sağlık yönünden risklere açık bir grup olan adolesanların üreme sağlığı gereksinimleri özel dikkat gerektirmektedir. Adolesan gebeliklerin insidansı çeşitli ülkelerde büyük farklılıklar göstermekle birlikte, genellikle gelişmekte olan ülkelerdeki adolesanlarda gebelik oranı daha yüksektir. Erken yaşta çocuk sahibi olmak kadınların eğitim, sosyal ve ekonomik durumlarındaki gelişmenin önünde bir engel olmaktadır. Ayrıca, erken yaşta annelik maternal ölüm riskini ve genç annelerin çocuklarında da morbidite ve mortalite riskini artırmaktadır. Üreme sağlığı yönünden belki de en ihmal edilen grup ise menopoz sonrası dönemindeki kadınlardır. Bu grup gerek sosyal yönden ayrımcılığa maruz kalmaları, gerekse kanserler ve diğer bazı hastalıklara yakalanma risklerinin fazla olması nedeni ile özel muamele görmelidirler.

SONUÇ ve ÖNERİLER

 

Her ne kadar üreme sağlığında eşitsizliklere neden olan faktörler arasında biyolojik, fizyolojik etkenler sayılsa da, buradaki eşitlik terimi fizyolojik farklılıklara değil; önlenebilir, haksız olan, temelinde adaletsizliklerin yattığı, kabul edilmeyecek olan farklılıklara işaret etmektedir. Eşitsizlik kadınların, yoksulların, işsizlerin, özürlülerin, eğitim almamış olanların ve diğer dezavantajlı grupların genele göre daha olumsuz yaşam standartlarına sahip olmaları, hastalıklara açık olmaları ve dolayısıyla hizmet gereksinimlerinin görece çok olması ve yaşam sürelerinin daha kısa olması ile ortaya çıkar, ki kabul edilmesi güç olan da budur. Bu haksız-adaletsiz durum yalnızca ulusal alanda değil, uluslar arası alanda da karşımıza çıkmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nin 1984 yılında kabul ettiği ve uygulamaya koyduğu “Herkese Sağlık Stratejisi ve Hedefleri” bu anlamda önem taşımakla beraber pratikte herkesin eşit eğitim olanaklarından, eşit iş olanaklarından vs. yararlanmasının sağlanmaması durumda tam olarak amacına ulaşamayacaktır.

Eşitsizliklerin nedeni toplumsal cinsiyete bağlı olduğu kadar yoksul-varsıl kesim ayrımı, din, eğitim, etnik farklılıklardan kaynaklı sosyal eşitsizlikler, yaşanılan yere bağlı olarak bölgesel eşitsizlikler de mevcuttur ve yaklaşımlarda gözardı edilmemelidir. Türkiye’de değişik ekonomik, sosyal, coğrafi gruplar arasındaki eşitsizliklerin açığa çıkarılmasının büyük önemi vardır. Çünkü ancak bu yolla eşitsizliklerin giderilmesi için ilk adım atılmış, çözüm önerileri oluşturmak ve bu önerileri yaşama geçirmek için çıkış noktası sağlanmış olacaktır.

Geleneksel olarak kadın sağlığı hizmetleri özellikle kadınların üreme çağlarında özellikle kontrasepsiyon ve güvenli/sağlıklı doğuma odaklanmıştır. Bu yaklaşım ana-çocuk sağlığı sorunlarının yoğun, ölüm oranlarının yüksek olduğu bölgelere uygun bir yaklaşımdır. Ancak bu milyonlarca genç kadının ve erkeğin postmenopozal dönemdeki kadınların sağlık ihtiyaçlarının gözardı edildiği anlamına gelmemelidir. Üreme sağlığındaki çağdaş yaklaşım, yaşam boyu, bütün yaş gruplarını ve etkileyici bütün faktörleri göz önüne alan kapsamlı bir yaklaşımdır.

Üreme Sağlığı hizmetleri ile ilgili yeni yaklaşımda; hizmetlerin tüm yaşam boyu, herkesi hedefleyerek, birey ve toplumun gereksinimlerine uygun kontraseptif seçenekler sunarak, insanların bilinçli-özgür seçim yapmalarını sağlayan, hizmet veren ve alan arasında etkileşimi olası kılan, üreme hedeflerinin gerçekleştirilmesine yardımcı ve üreme organları ve işlevleri ile ilgili hastalık ve yaralanmaları önleyici nitelikte olması gerekmektedir.

Küreselleşmenin olumlu yönlerinden yararlanmak, olumsuz yönlerinden etkilenmemek için güçlü ulusal sağlık politikalarının oluşturulup uygulanması gerekmektedir.

Her düzeyde, sağlığı bir insan hakkı, sağlık hizmetlerini özellikle de “Temel Sağlık Hizmetleri”ni, kamunun anayasal görevi olarak gören güçlü bir liderlik ve politik kararlılığa ihtiyaç vardır. Ayrıca yeterli insan ve parasal kaynakların sağlanması, etkili kamusal destek, sektörler arası işbirliği, izleme ve değerlendirme sistemi ile ilerlemelerin ölçülmesi gereklidir.

Tüm bunlara ek olarak, kamunun ağırlıklı olduğu, altyapısı güçlü olan bir sağlık sistemi, güçlü bir sağlık politikasının varlığı ve uygulanması, kadın sağlığında bütüncül yaklaşım, kanıta dayalı iyi-doğru uygulamaların bütün ülkeye genellenmesi, sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için mevcut mekanizmaların işletilmesi, konu ile ilgili savunuculuğun yapılarak duyarlılığın arttırılması diğer bazı çözüm önerileri olarak söylenebilir.

 

Her ne kadar üreme sağlığında eşitsizliklere neden olan faktörler arasında biyolojik, fizyolojik etkenler sayılsa da, buradaki eşitlik terimi fizyolojik farklılıklara değil; önlenebilir, haksız olan, temelinde adaletsizliklerin yattığı, kabul edilmeyecek olan farklılıklara işaret etmektedir. Eşitsizlik kadınların, yoksulların, işsizlerin, özürlülerin, eğitim almamış olanların ve diğer dezavantajlı grupların genele göre daha olumsuz yaşam standartlarına sahip olmaları, hastalıklara açık olmaları ve dolayısıyla hizmet gereksinimlerinin görece çok olması ve yaşam sürelerinin daha kısa olması ile ortaya çıkar, ki kabul edilmesi güç olan da budur. Bu haksız-adaletsiz durum yalnızca ulusal alanda değil, uluslar arası alanda da karşımıza çıkmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nin 1984 yılında kabul ettiği ve uygulamaya koyduğu “Herkese Sağlık Stratejisi ve Hedefleri” bu anlamda önem taşımakla beraber pratikte herkesin eşit eğitim olanaklarından, eşit iş olanaklarından vs. yararlanmasının sağlanmaması durumda tam olarak amacına ulaşamayacaktır.

Eşitsizliklerin nedeni toplumsal cinsiyete bağlı olduğu kadar yoksul-varsıl kesim ayrımı, din, eğitim, etnik farklılıklardan kaynaklı sosyal eşitsizlikler, yaşanılan yere bağlı olarak bölgesel eşitsizlikler de mevcuttur ve yaklaşımlarda gözardı edilmemelidir. Türkiye’de değişik ekonomik, sosyal, coğrafi gruplar arasındaki eşitsizliklerin açığa çıkarılmasının büyük önemi vardır. Çünkü ancak bu yolla eşitsizliklerin giderilmesi için ilk adım atılmış, çözüm önerileri oluşturmak ve bu önerileri yaşama geçirmek için çıkış noktası sağlanmış olacaktır.

Geleneksel olarak kadın sağlığı hizmetleri özellikle kadınların üreme çağlarında özellikle kontrasepsiyon ve güvenli/sağlıklı doğuma odaklanmıştır. Bu yaklaşım ana-çocuk sağlığı sorunlarının yoğun, ölüm oranlarının yüksek olduğu bölgelere uygun bir yaklaşımdır. Ancak bu milyonlarca genç kadının ve erkeğin postmenopozal dönemdeki kadınların sağlık ihtiyaçlarının gözardı edildiği anlamına gelmemelidir. Üreme sağlığındaki çağdaş yaklaşım, yaşam boyu, bütün yaş gruplarını ve etkileyici bütün faktörleri göz önüne alan kapsamlı bir yaklaşımdır.

Üreme Sağlığı hizmetleri ile ilgili yeni yaklaşımda; hizmetlerin tüm yaşam boyu, herkesi hedefleyerek, birey ve toplumun gereksinimlerine uygun kontraseptif seçenekler sunarak, insanların bilinçli-özgür seçim yapmalarını sağlayan, hizmet veren ve alan arasında etkileşimi olası kılan, üreme hedeflerinin gerçekleştirilmesine yardımcı ve üreme organları ve işlevleri ile ilgili hastalık ve yaralanmaları önleyici nitelikte olması gerekmektedir.

Küreselleşmenin olumlu yönlerinden yararlanmak, olumsuz yönlerinden etkilenmemek için güçlü ulusal sağlık politikalarının oluşturulup uygulanması gerekmektedir.

Her düzeyde, sağlığı bir insan hakkı, sağlık hizmetlerini özellikle de “Temel Sağlık Hizmetleri”ni, kamunun anayasal görevi olarak gören güçlü bir liderlik ve politik kararlılığa ihtiyaç vardır. Ayrıca yeterli insan ve parasal kaynakların sağlanması, etkili kamusal destek, sektörler arası işbirliği, izleme ve değerlendirme sistemi ile ilerlemelerin ölçülmesi gereklidir.

Tüm bunlara ek olarak, kamunun ağırlıklı olduğu, altyapısı güçlü olan bir sağlık sistemi, güçlü bir sağlık politikasının varlığı ve uygulanması, kadın sağlığında bütüncül yaklaşım, kanıta dayalı iyi-doğru uygulamaların bütün ülkeye genellenmesi, sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için mevcut mekanizmaların işletilmesi, konu ile ilgili savunuculuğun yapılarak duyarlılığın arttırılması diğer bazı çözüm önerileri olarak söylenebilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                          

KAYNAKÇA

“A Guide to Creating Gender-Sensitive Health Services”, The Women’s Health Council, 2nd Edition, January 2007.

Akın A, Üremeye İlişkin Haklar ve Üreme Sağlığı, Dünya Nüfus ve Kalkınma Konferansı Raporu (Özet), Ankara, TC Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, 1994; s.: 15-19.

Akın, A., Demirel, S., “Toplumsal Cinsiyet Kavramı Ve Sağlığa Etkileri”, C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 25 (4), 2003 Özel Eki.

Doyal, L. “Sex, gender and health: the need for a new approach”, British Medical Journal, 323: 1061-63, 2001.

Doyal, L., Payne, S., and Cameron, A., “Promoting gender equality in health”, School for Policy Studies University of Bristol, Equal Opportunities Commission 2003.

Doyal, L., Payne, S., and Cameron, A., “Promoting gender equality in health”, School for Policy Studies University of Bristol, Equal Opportunities Commission 2003.

Gender and Health”, Technical Paper, World Health Organization publication - Geneva, Switzerland, 1998.

Jimenez, C., Poniatowski, B., “Workshop on Gender and Health 27 and 28 October 2004, United Nations University.

Öztek, Z., Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi ve Sağlık Ocağı Yönetimi, s., 55, 56, 63, Palme Yayıncılık, Ankara, 2004.

Payne, S., Not an equal opportunity disease – a sex and gender-based review of colorectal cancer in men and women: Part II1, www.emhdf.org.

Promoting gender equality in health Lesley Doyal, Sarah Payne and Ailsa Cameron School for Policy Studies University of Bristol, Equal Opportunities Commission 2003.

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, 2003, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı AÇS AP Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı ve Avrupa Birliği, Ankara , 2004.

Türkiye’de Hastane Kayıtlarından Anne Ölümleri ve Nedenleri Araştırması” Rapor, (Akın, A., Doğan, B., Mıhçıokur, S.,) Sağlık Bakanlığı AÇSAP Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD, Dünya Sağlık Örgütü. Ankara, 2000.